ONUR KOLTUK DÖŞEME KLASİK VE MODERN SALON TAKIMLARI, OTURMA GURUPLARI,KANEPELER,JOZEFİN, BERJER,SANDALYELER VE ANTİKALARINIZ İTİNA İLE CİLALANIR TAMİRAT VE TADİLATLARI YAPILIR YÜZLERİ DEĞİŞTİRİLİR . ONUR KOLTUK DÖŞEME - Forum
   
  ONUR KOLTUK DÖŞEME
  Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

ONUR KOLTUK DÖŞEME

Forum - cuma1965

Burdasın:
Forum => KİTAP => cuma1965

<-Geri

 1 

Devam->


cuma soyöz (Ziyaretçi)
18.02.2009 22:40 (UTC)[alıntı yap]
O sabah Macaristan'daki Istolni Belgrad kalesinde tanyeri bir türlü ağarmak bilmiyordu. Dokuz er, abdest alacak su bulamadıkları için teyemmümle kıldıkları sabah namazından çıkışta, ellerinde meşaleler tutan arkadaşlarının boyunlarına sarılıyordu teker teker. Helallik dileyen dillerine gözyaşının tuzu karışıyor, günlerdir yıkayamadıkları yüzlerinde, sakallarına doğru ıslak iki çizgi iniyor, düşen damlalar toprağın tenini sızlatıyordu.
Lakin ağlayanlar o dokuz kişi değildi. Onlar bilakis yüzlerinde tunçtan bir ifade, kendileriyle göz göze gelmemeye özen gösteren muharip yoldaşlarını teselli ediyor, metin olmalarını istiyorlardı. Gidenler kendileriydi ama kalanlar ağlıyordu.
Pastırma yazı gibi bir sıcak yakıp kavuruyordu Macaristan ovalarını. işte nihayet güneş, ıslak gözbebeklerine karşıki dağın üzerinden ilk mızraklarını göndermeye başlamıştı. Tek söz, tek bir söz kalede bir uğultu halinde duyuluyordu artık: "Allah'a emanet olun kardeşlerim." Güneş bir mızrak boyu yükselmiş ve kale komutanı, nöbetçilere kapıyı açmalarını emretmişti. istolni Belgrad kalesinin devasa kapıları gıcırtıyla açıldığında dokuz atlı askerin bir yay gibi gerilmiş bedenleriyle karşılaştı düşman ordusu. Atlarını ağır ağır dışarı sürdüler, biraz sonra kapının arkaların¬dan sürgülendiğini ve demir mandalın yerine yerleştiğini duydular. Kalede kim varsa herkes surlara tırmanmış, tarihin çıldırdığı bu ana tanık olmak için sabırsızlanıyordu.

Başlarında Budin'in yeniçeri ağası bulunuyordu. Kendisine "Adem ejderhası" adını takmıştı arkadaşları. Yahya Ağa olan asıl ismi ancak resmi yazışmalarda kullanılıyordu. Kuşatılan kaleye yardım için koşup gelmişti yanına aldığı birkaç 'deli'yle birlikte. Ne ki, geleli daha bir hafta bile ol¬madan kalenin sarnıcındaki suyun tükenmesi, bütün planlarını alt üst etmiş, demir kuşaklı cihan pehlivanlarını mecalsiz bırakmıştı. Güneşin tepelerinde kazan kaynattığı anlarda kuyuların mermerlerindeki nemi yalaya¬rak hararetini gidermeye çalışanlar bile görülüyordu. Girdikleri savaşların sayısını unutan askerler, surlarda bir süre cenk ettikten sonra yere yığılıyor, bayılacak hale geliyorlardı.

Peki bunun sonu nereye varacaktı? Ya kaleyi teslim edecekler ya da susuzluktan kırılacaklar mıydı? 10 bin askerin savunduğu bir kaleyi teslim etmekten ar duyuyordu istolni Belgrad komutanı. Ama Almanlar kaleyi düşürünce kuyu başlarında kıvranan zavallı bahadırlar bulması daha mı onurlu bir manzara olurdu?

ilk teklif, düşman komutanından gelmişti. Kaleyi 'vire' ile teslim eder¬lerse hiçbirinin kılına dokunulmayacak, eşyalarıyla birlikte çekip gitmele¬rine izin verilecekti. Danışıldı, konuşuldu, tartışıldı ve barış görüşmesi yapmak için bir heyetin kaleye gelmesine karar verildi. Bunun için iki Osmanlı askeri Almanlara rehin verilecek, buna karşılık iki Alman askeri de kaleye alınacaktı. O zamanlar bir tür garanti anlamına geliyordu bu.

Heyet gelmiş, görüşmeler yapılmış ve 'vire' ile teslim şartları üzerinde mutabık kalınmıştı. Görüşmelere Budin Yeniçeri Ağası olan Adem Ejderha¬sı da katılmış ama misafir olduğu için komuta kademesinin işlerine karış¬mamayı tercih etmişti. Anlaşma imzalandı. Ertesi sabah kale teslim edilecekti. Lakin o zamana kadar ağzını açmayan Yahya Ağa, tam bu sırada söz aldı ve od düşürdü meclise:
"Kusura bakmayın, siz kabul edebilirsiniz ama ben sadece şahsım adı¬na bu 'vire'yi kabul etmiyorum. Başımı eğmiş, önüme baka baka kaleyi düşmana bırakıp gidemem ama kalede kalıp susuzluktan köpek gibi de ölemem. Yarın sabah önce ben tek başıma kaleden çıkacak ve düşmanla savaşacağım. Vire anlaşması, ancak benim mukadderatım belli olduktan sonra yürürlüğe girer. Tamam mı?"
Meclise bir meteor düşmüş gibi oldu. Alman heyeti, garip sözler sarf eden bu iki metre boyundaki adamın ağzından çıkanların tercümesini dinliyor, kale komutanı ise başını eğmiş, trajedisinin, başka hangi burç¬lara savrulacağını bilemediği satırlarını alnının kırışıklıklarıyla yazıyordu. Ama gerçek taş gibi ortadaydı: Yahya Ağa, ta Budin'den yardımına koşup gelmiş bu 'Adem ejderhası', 'Ben çıkacak ve tek başıma düşmanla savaşacağım' diye diretiyordu. Onun bu çıkışı, etrafındaki adamları da etkilemiş ve sekiz yiğit daha, ölene kadar onun yanında olduklarını haykırmış¬lardı. Göz kapakları kelebek kanatları gibi açılıp kapanıyor ve anlaşmaya bir madde daha ekleniyordu: Bu anlaşma, Yahya Ağa ve sekiz arkadaşı kaleden çıkıp savaşlarını bitirdikten sonra yürürlüğe girecektir.
işte şimdi kalenin kapısı önünde, düşman ordusunun karşısındaydılar. Kaleden yanlarına aldıkları 500 tane demir okun bir tanesini dahi za¬yi etmeden etraflarını bir demir duvar gibi çevirmiş bulunan düşman as¬kerinin üzerine boşaltıyorlardı. Her bir ok, çift kat zırhları bile deliyor, Al¬man askerlerinin kalplerini, ciğerlerini paralıyordu. Çember giderek da¬ralıyor ve okları tükeniyordu. Oklar biterse, kılıçlar devreye girerdi. O dokuz er, bu defa kılıçlarını çekip tam 40 bin askerin içine çılgınca daldılar. Ya vuruşarak safları yaracaklar ya da şehit olacaklardı. Alman komutanların hayret ve hayranlık dolu bakışları önünde dokuz koldan safların ara¬sına dalan erlerin attığı sayhalar burçlarda yankılandı, yankılandı ve sonunda bir telin kopması gibi aniden kesildi. Budin Ejderhası'nın kolları budanmış gövdesi yerde yatıyor, son kez gözlerini açtığında başında birikmiş elleri mızraklı ve kılıçlı askerleri değil, hatta artık tepesine çökmüş güneşi de değil, Canan'ını seyrediyordu.
Olanları kaleden ağlayarak seyredenler, utançlarından başları önlerinde topladılar denklerini ve çıkıp gittiler. Arkalarına son bir kez baktıklarında, Alman komutanın, bu muhteşem dokuz yeniçerinin cenazelerini toplattığını ve saygıyla eğilmiş sancakların önünden geçirterek kalenin yakınlarındaki bir tepeye törenle gömdürdüğünü gördüler.
Ya o dokuz er, 90, 900, 9000 er olarak çıksaydı kapıdan. önlerinde kim durabilirdi dersiniz?

Kaleyi 'vire' ile düşmana terk edenlerin yüzleri ise silik bir hatıradır şimdi. Ve o dokuz kişinin bize anlattığını hangi kütüphaneler hangi okya¬nuslarda yıkansa anlatabilir ki?
Onlar, zamanın zincirlerini kıranlar kafilesine katıldılar. Ne çare ki, tarihlerimizin zincirlerine vuruldular bu defa. Istolni Belgrad'ın yamacında¬ki tepeden ses veriyorlar çölümüze:
- Unutmayın, tarih de şehitler gibidir. ölü zannedersiniz ama dirilir her hatırlayışta ... Her duada ...




Reşat Ekrem Koçu, "Estonibelgrad Kalesinin Dokuz Fedaisi",



Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 81
Bütün postalar: 885
Bütün kullanıcılar: 86
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
  tüm 146690 ziyaretçi (412158 klik) kişi burdaydı!  
  DANIŞMA ÜCRETİ ALMIYORUZ BİLGİLENMEK İÇİN LÜTFEN BİZE ULAŞIN EMAİL: cuma_soyoz@hotmail.com TEL:0212.572.97.64 GSM:0535.924.56.94 Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol